Deprem Sonrası Kaygı ve Stres Yönetimi Nedir, Nasıl Olmalıdır?

Deprem Sonrası Kaygı ve Stres Yönetimi Nedir, Nasıl Olmalıdır?

Depremler, ülkemizde ve dünyada oluşturduğu yapısal yıkımın yanı sıra insanların psikolojilerinde de derin hasarlar bırakan bir doğal afettir. Yalnızca depremzedeler değil; bu duruma bizzat tanıklık eden kişiler, depremzede yakınları, bölgedeki yardım ekipleri ve tüm bu olanlara uzaktan şahit olan toplumun her ferdi bu olumsuz psikolojik etkilere maruz kalmaktadır.

Deprem anında ve sonrasında yapılan yardımlar, ağırlıklı olarak fiziksel kurtarıma bağlıdır. Kişinin psikolojisini etkileyen bu vahim olay, çoğu zaman saptanamamakta ve uzun vadede travmaları da tetiklemektedir.

Deprem sonrasında kişilerin vermiş oldukları tepkiler birbirlerinden tamamen bağımsızdır. Olayın şiddeti, bireylerin farklı kişilik özellikleri, geçmiş deneyimler ve travmalar sebebiyle bu tepkiler değişkenlik gösterir. Güvenli binalarda sık sık yüksek şiddetli depremlere maruz kalan ancak herhangi bir hasar almayan Japonya ile depreme hazırlıksız yakalanan ve binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan bir ülkede elbette verilen tepkiler çok farklı olacaktır.

Doğal afetler sonucunda kişide yoğun bir duygusal yıkım meydana gelir. Bu yıkım da kaygı, korku ve panik atağı tetikler.

Depremde yaşanan sarsıntı, göçük altında kalmak ya da yakınlarının kalması, kişinin yakınlarını kaybetmesi, kişinin ölümle burun buruna gelmesi, kişilerin yaşam alanlarının birdenbire yok olması gibi durumlar, bireylerin travmatik bir süreçten geçmelerine sebep olur. Bu olaylara karşı da en fazla görülen travmatik durum stres ve kaygı bozukluğudur.

Yaşanan deprem sonrasında kişilerde duygusal olarak korku, öfke, keder, suçluluk gibi durumlara rastlanırken fizyolojik olarak uyuyamama, uykuya dalamama, kolay irkilme, öfke nöbetleri, ağlama krizleri ve uykudan aniden uyanma durumlar oluşabilir. Bu durumlar genellikle birkaç hafta sonra kendiliğinden kaybolsa da bazı kişilerde aylarca hatta yıllarca sürebilir.

Kişilerin oluşan duruma alışmaları tamamen bireysel özelliklerine ve mental durumlarına bağlıdır.

Bu duruma alışmak kimileri için birkaç haftayı bulsa da kimileri için aylar belki yıllar alan bir süreçtir. Bu duruma da travma sonrası stres bozukluğu(TSSB) adı verilir. Yapılan araştırmalar, travma sonrası stres bozukluğunun kadınlarda erkeklere oranla 2-3 kat daha fazla görüldüğünü söylüyor. Geçmişte bir başka travma yaşayan kişilerin de normal kişilere oranla yakalanma riski daha fazladır.

İLGİLİ HABER

Travmayı oluşturan durumların ise devamlı olarak olayın rüyalarda ve zihinde canlanması, yaşama karşı büyük üzüntü ve umutsuzluk, travmayı tetikleyen uyaranlardan kaçınma, huzursuzluk ve sinir hali olduğu bilinir. Tanı için de bu durumların dört haftadan fazla süredir devam ediyor olması gerekir.

Bunların yanında sosyal yaşamı derinden etkileyecek kriterler de aranmaktadır. Japonya’da Tohoku Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, depremden önce beyin görüntüleme verileri olan 42 kişiyi, deprem sonrasında TSSB için yeniden görüntülemişlerdir. Depremden önce ve sonra olmak üzere her iki veriyi de karşılaştırarak beyinde oluşan hasarları gözlemlemeye çalışmışlardır.

Çıkan sonuç ise şaşırtıcıdır. Deprem sonrası yüksek düzeyde TSSB bulgusu olan kişilerin, depremden önceki verilerinde anterior cingulate cortex bölgesinin normalden daha küçük olduğu bilgisine ulaşmışlardır. Bu bölge, duyguları kontrol altına almakla görevli bir bölgedir. Bu bulgular eşliğinde de bazı beyinlerin, TSSB için uygun zemini olabileceği sonucuna varılmıştır.

Beynin korkuyla alakalı anılarını muhafaza ettiği orbitofrontal cortex bölgesi ise, travma sonrası küçüldüğü tespit edilmiştir.

Deprem travmasından nasıl korunabiliriz?

Kişilerin yaşadıkları travmalar kişilik özelliklerine ve yaşanan olayın durumuna bağlı olarak birbirinden farklı sonuçlar doğurduğu için standart bir yöntemden bahsetmek söz konusu değildir. Bunun için öncelikle travmayı yaşayan kişi, bu konu hakkında konuşmak istemiyorsa herhangi bir şekilde konuşmaya zorlanmamalıdır. Kişinin yaşadığı şeyleri küçümseyecek, geçiştirecek söylemlerden kaçınılmalıdır.

  • Kaçınmak ya da unutmaya çalışmak, travmanın etkisini hafifletmiyor. Olay hiç olmamış gibi davranan, unutmaya çalışan kişilere nazaran olayla ilgili konuşan, duygularını paylaşan insanlar daha kolay iyileşiyor. Sosyal çevreden alınan destek, kişide iyileşme sürecini hızlandırıcı bir etkiye sahip.
  • Travma sonrasında büyük bir dikkat eksikliği yaşanacağı için belirli bir süre dikkat gerektiren işlerden kaçınmak önemlidir.

  • Yapılan araştırmalar, travmalardan sonra ilk birkaç gün etkilenen kişilerin kabus gördüğünü, uyuyamadığını ve ruhsal olarak kötü etkilendiklerini gösterirken haftalar içinde bu belirtilerin de azaldığını gösteriyor. Ancak her 5 kişiden birinde belirtilerin geçmesinin çok daha uzun zaman aldığı da söyleniyor. Yani, “zaman her şeyin ilacıdır” sözü herkes için geçerli değildir.
  • Olayla ilgili fotoğraf, video ve herhangi bir görüntü kişide duygusal zedelenmeyi tekrar tetikleyebilir. Bu noktada olabildiğince hassas olmalı; görüntü, haber ve videoları takip etmekten kaçınılmalıdır.
  • Kişinin sinir sistemi, travma sonrası ajite olduğu için bu durumu daha da artıracak çay, kahve, sigara tüketimi minimuma indirilmelidir.
  • Uzmanlara göre rutin hayata dönülmese bile günlük aktiviteleri yavaş yavaş yapmak kişiyi iyi hissettirecektir. Yardıma ihtiyacı olan kişilere yardım etmek, yararlı olmanın getirdiği psikolojik etki ile kişiye rahatlama ve minnet duygusu kazandıracak; böylece olumsuz duygulardan uzaklaşmayı sağlayacaktır.

Bu tedavi yöntemleri, travma henüz tazeyken kısa süreliğine kişide tetiklenmeyi azaltabilir. Tüm bunlara rağmen kişi uzun bir süredir hala yoğun korku ve stres yaşamaya devam ediyorsa profesyonel destek sağlanması düşünülmelidir.

Ruhsal iyileşme metodu olarak Japonların kullandığı “Morita Terapisi”.

20. yüzyılın ilk yarısı Tokyo Jikei Üniversitesi Psikiyatri Bölüm Başkanı olan Dr. Shoma Morita tarafından geliştirilen bu tedavi yöntemi, anksiyete nevrozunun tedavisi için geliştirilmiştir. Ancak zamanla bu yöntem, birçok ruhsal sorun yaşayan kişilerde de kullanılmaya başlanmıştır.

Dr. Morita, duyguların değiştirilmeye çalışılmasının, onları daha da içselleştirdiğini söyler. Bunun yerine duyguları kabul etmek, olumsuz duygulardan sıyrılmak için oldukça önem arz etmektedir.

Morita yöntemi, karakteri belirleyen şeyin duygular değil davranışlar olduğunu söylüyor.

Terapide önemli olan ilk adım, duyguların farkına vararak onları değiştirmek yerine kabul etmektir. Duygulara yol açan koşullar eğer değiştirilemezse; onları kabul etmek gerekir. Bu terapi, kişiyi kısır döngüden çıkararak sorumluluk almaya davet ediyor. Olumsuz duygulara odaklanmak yerine sorumlulukların yerine getirilmesini gerektiriyor. Morita yönteminde öncelikli olan davranışlardır, duygular ise davranışa göre değişmektedir.

Deprem, kişilerin can ve mal güvenliğini tehdit eden önemli bir stres unsuru olduğundan ciddi boyutlarda psikolojik problemler yaratmaktadır. Acı deprem felaketinin yaşandığı ülkemizde, insanların depremin bedensel ve psikolojik etkileri konusunda bilinçlenmesi ve gereken durumlarda uzman destek olanağından yararlanmaları; insan psikolojisi açısından en az yapıların imarı kadar önemlidir.

  • Kaynaklar: National Library of Medicine, Morita Therapy, European Archives of Medical Research
İLGİLİ HABER