Depremin Sonuçları Farklı Olabilirdi: Hangi Zemine Nasıl Binalar Yapılması Gerektiği Neden Bu Kadar Önemli?

Depremin Sonuçları Farklı Olabilirdi: Hangi Zemine Nasıl Binalar Yapılması Gerektiği Neden Bu Kadar Önemli?

Suçluyoruz… Günlerdir önümüze gelen herkesi ve her şeyi suçluyoruz. Belki de suçlamalıyız da çünkü belli ki hatalarımızdan fazla ders çıkartmıyoruz. Yanlış zeminlere koca koca binalar dikiyor, insanları içine oturtuyoruz.

Kahramanmaraş, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Elazığ, Malatya ve Hatay’ın büyük ölçüde etkilendiği depremde binlerce insanımız hayatınız kaybetti. Yeni bir büyük depremin ise ne zaman kapımızı çalacağını bilmiyoruz.

Hatalarımızı bir an önce görmeli ve mümkün olduğunca kısa sürede düzeltmeliyiz. Bunların başında da yanlış zemine yapılan yanlış binalar geliyor. Oysa zemin faktörü bir depremin verdiği hasarı değiştirebilen önemli bir unsur.

Sırf bu sebeple depremler her yerde aynı şekilde hissedilmeyebilir.

Hatta bunun bir örneğini geçtiğimiz günlerde gördük. Merkez üssü Kahramanmaraş olan deprem sonrası, Cerrahpaşa Üniversitesinde Sismolog Prof. Eşref Yalçınkaya, Hatay’da kaydedilmiş olan sarsıntı kayıtlarını paylaştı. Yukarıda da görmüş olduğunuz gibi Hatay’ın Yayladağ ilçesinde kaydedilen sarsıntı, diğer illere kıyasla oldukça az.

Buna sebep olabilecekler durumların başında da zemin geliyor.

Deprem öncesi, Hatay/Yayladağ.

Hatay’ın Yayladağ ilçesi diğer ilçelere kıyasla oldukça dağlık bir konumda. Bu sebeple buraya yapılan binaların temelinin oldukça sert bir yapıya sahip olduğunu tahmin etmek zor değil.

Birçoğumuz kiralık veya satılık bir ev bakarken zemin etüdünü görmezden gelebiliyoruz. Oysa üzerine yapılan binanın malzemesi ve projesi kadar üzerine yapıldığı zemine uygunluğu da önemli. Binalar, üzerine yapıldığı zeminle uyumlu yapılmalı. Aksi takdirde bina, zeminin üzerinden adeta kayacaktır.

Nasıl mı? Bir örnekle açıklayalım:

Bir evi yapmadan önce zeminin taşlı, kumlu veya doldurulmuş olması; deprem anında binanın ne kadar sarsıldığını önemli ölçüde etkiler. Şöyle açıklayalım: Bir yatak bazasının üstüne ince bir su yatağı koyduğunuzu ve bazaya birinin tekme attığını düşünün. Büyük bir sarsıntı yaşar, en ufak darbede sallanırsınız.

Yine birisinin bazaya vurduğunu düşünün ama bu kez bazanın üstünde nispeten sert sayılabilecek bir yatak olsun. Bu kez aldığınız hasarı daha az hissedersiniz. Çünkü aldığınız darbeyle aranıza, sert ve alabileceğiniz darbeyi yumuşatan malzemeler girmiştir.

Evlerimizin zemini de depremde tıpkı böyle bir etki yaratır.

Binanın temelindeki tortular ne kadar yumuşaksa sismik dalgalar o kadar büyük dalgalara sebep olur. Aynı şekilde zemin ne kadar kalın bir tabakaya sahip, ne kadar derin bir tabakaysa (örneğin kayalık gibi) sismik dalgaların yüzeyde yarattığı etki o kadar düşük olur.

Yani özetlemek gerekirse, bir binanın yapıldığı zemin ne kadar yumuşak ve kalın bir tabakaysa binanın deprem karşısındaki dayanıklığı o kadar az olur. Özellikle kıyı şeridindeki evlerin ‘dayanıksız’ olarak görülmesinin sebebi budur.

Ülkemizin kıyı şerindeki birçok yer, denizin üstü doldurularak inşa edilmiştir.

İstanbul, Yenikapı miting alanı.

İzmir’in bu eski fotoğrafına bir bakın. Şu anda denizden metrelerce uzakta olan Saat Kulesi, o günlerde neredeyse denize sıfırmış. Pek çok etkeni olsa da sıvılaşmanın en çok görüldüğü yerlerden biri zemini yumuşak, doldurulmuş bölgelerdir. Yani olası bir deprem bu bölgelerde çok daha şiddetli hissedilir. O dakikadan sonra binanın dayanabilmesi ise depremin büyüklüğüne, binanın yapısına göre değişir.

Aynı zamanda sıvılaşma, olası bir deprem anında erozyon riskini artıracağı için çok büyük riskleri vardır. Yani zemin etüdüne bakılmadan yüksek katlı binalar yapılması, sorun üzerine sorun doğuruyor. Diyeceksiniz ki “Dubai neredeyse bir çöl olmasına rağmen oradaki çok yüksek binalar nasıl depremde yıkılmıyor?”

Burc Halife gibi yüksek binalar, zeminin en sert kısmına sabitlenerek yapılıyor.

Yukarıdaki şemada da görmüş olduğunuz gibi zeminin yumuşak kısmından indirilen dayanıklı demirler, zeminin sert kısmına indirilip sabitleniyor. İnşaat Mühendisi Hasan Mor, zeminde sıvılaşma riski ve yeraltı sularının yüksekliği gibi durumlarda zemin etüdüne ve geoteknik hesaplamalar yapılarak ‘kazık temel’ veya ‘çakma kazık temel sistemleri’ne başvurulduğunu dile getiriyor.

Adeta binayı kazıklarla sert bir tabakaya tutunduran bu yöntem, çöllerde bile yüzlerce katlı binalar inşa edilmesine olanak sağlıyor. Mor, depremlerde zemin faktörünün en az yapı sistemleri kadar belirleyici faktör olduğunun da altını çiziyor.

Merak edenler için Burc Halife’nin yapılış aşamalarını da anlattığımız içeriğimiz:

İLGİLİ HABER

Peki bu sistem Türkiye’de yok mu?

Var, elbette var. İnşaat Mühendisi Hasan Mor, benzer sistemlerin bizim ülkemizde de kullanıldığını belirtti. Ancak Mor’un aktardığına göre sorun şu ki; bu sistemler maliyeti sebebiyle yalnızca gökdelen diyebileceğimiz yüksek yapılarda kullanılıyor. Çünkü bu yapıların savrulma ve sarsılma ihtimali daha yüksektir.

Ancak insan eliyle sonradan doldurulan; kıyı şeritleri, bataklık yakınları ve bitki örtüsünün daha seyrek olduğu bölgeler dahil insanların yoğun olarak konakladığı pek çok yerde bu sistemler kullanılmıyor. Bu sebeple de deprem anında bu binalar, depremi çok daha şiddetli yaşıyor ve maalesef sonuçları çok daha ağır oluyor.

Editör Notu:

Büyük bir olay yaşadığınızda tek bir suçlu gösteremezsiniz. Hele ki bunun kadar büyük bir olay yaşadıysak, suçlu hepimiziz. Bilim söyledi, biliyorduk. İnsanların evlerinin altında sıvılaşma olduğunu biliyorduk. Deprem bekleniyordu, biliyorduk. Kimse “Dur!” demedi, o evlerin temeli atıldı. Kimse “Dur!” demedi, o evlerin inşaatı bitti. Kimse “Dur!” demedi, o evler bir sürü insana mezar oldu.

Elbette bir binanın yıkılıp yıkılmayacağını belirleyen tek şey zemin etüdü değildir. Ancak yeni binalar yapılmaya başlamadan hatalarımızdan ders çıkartmamız hepimiz için hayati önem taşıyor. Zira belli ki hatalarımız temelden geliyor.

Bir başka deprem teknolojisine ‘uzaktan’ bakmak için:

İLGİLİ HABER