Halk Arasında Cinli, Perili Hurafelerle Kadınlar Üzerinde Baskı Yaratan 'Lohusa Dönemi'nin Bilime Göre Gerçek Yüzü

Halk Arasında Cinli, Perili Hurafelerle Kadınlar Üzerinde Baskı Yaratan 'Lohusa Dönemi'nin Bilime Göre Gerçek Yüzü

Lohusa dönemi, halk arasında hakkında al bastılı, cinli, perili hikayeler uydurulan dönemlerden biridir. Bu süreçte kadınların genelde duygusal değişimler yaşadıkları da biliniyor. Bu konuyu bir kadın hastalıkları uzmanı ve bir klinik psikoloğa sordum, kendileri de sorularımı memnuniyetle cevapladı.

Lohusa dönemindeki kadınlar, anne olmanın heyecanını yaşarken, bir yandan da duygusal değişimlerle baş etmeye çalışabiliyor. Bu sürecin içerisinde olan çoğu kadın, yakınlarındaki insanların davranışlarının, kendilerine iyi gelmediğini dile getirebiliyor. Hatta toplum yapısında bu dönemin ‘korkutuculuğu’ üzerine çeşitli musallat hikayeleri uydurulabiliyor.

Ki bunlar, bir anne için sürecin gerçekten de korkunç seyretmesine yol açabiliyor. Çoğunlukla lohusa evresinin, toplumda doğru bilinen yanlışlar üzerine kurulu olması, konuyu uzmanına sormanın önemli olduğunu gösteriyor. Bunun üzerine bu yazımızda, kadın hastalıkları uzmanı Dr. Müjdegül Karaca ve klinik psikolog Kemale Günhan ile görüşerek meseleyi hem tıbbi hem de psikolojik ve toplumsal açıdan değerlendirdik.

İşte kadın hastalıkları uzmanı Dr. Müjdegül Karaca’nın cevapları…

Lohusalık ya da puerperium; gebelikte oluşan fizyolojik değişikliklerin, gebelik öncesi haline döndüğü süreye verilen addır.

Bu durum, 6 haftalık bir süreyi ifade ediyor. Aslında bu, ağırlıklı olarak rahim ve vajina dokularının gebelik öncesine dönüşü gibi düşünülse de gebeliğin, kadın bedeninde saçların hızlı uzamasından, ayak bileklerinin kalınlaşmasına kadar birçok etkisi olmuştur. Yani eskiye dönen tek şeyin rahim ve vajina dokuları olmadığına vurgu yapıyorum.

Bu nedenle bütün her şeyin gebelik öncesindeki haline geri dönmesi bir yılı bulabilir. Postpartum blues sendromu ise lohusa hüznü adı verilen depresif bir dönemdir. Her kadında olacak diye bir kural yoktur ama neredeyse kadınların %80’inde görülebilir.

Bulguları depresyona çok benzerdir. Sadece uykusuzluk, yorgunluk gibi semptomları açıklayacak bir neden olarak düşünebilirsiniz bu sendromu. Bunlara ek olarak ağlama ve hüzün hali söz konusudur. Çoğunlukla hafiftir ve hemen daima kendiliğinden geçer. Bu nedenle hakkında yeterince bilimsel araştırma da yapılmamıştır. Lohusa hüznü der geçilir ama kalıcı sorunlara neden olabilir. Yapılacak müdahalelerin en önemlisi, lohusanın sosyal destekten yoksun bırakılmamasıdır.

Lohusalık, kadının kendini hiç önemsemediği bir dönemdir.

Karnında ya da vajinasında kocaman bir dikiş bulunan lohusanın odasına vizit yaptığımda, bana asla kendisiyle ilgili bir şey sormaz. Lohusalar hemen daima bebekle ilgili bir şey sorar. Bebeğin ya kakası yeşildir ya çişi kırmızı ya da yüzünde isilik gibi şeyler çıkmıştır. “Onları çocuk doktoruna sormalısınız” derim. “Ben sizin doktorunuzum, bana kendinizle ilgili sormak istediğiniz bir şey var mı?” Ancak bu soruyu sorduğum zaman, anesteziye ya da dikiş alanına dair geceden beri canlarını sıkan sorunu dile getirmek akıllarına gelir.

Lohusalık döneminde kadına kendisini hatırlatmak gerekir.

Çoğu kadın önemsemez ama “nasıl korunacaksınız?” deyince gebelik önleyici yöntem kullanmaya başlamadığı aklına gelir. Her lohusa, 6 hafta içinde doğum kontrolüne başlamalıdır mesela. Doğumda kaybedilen kanı yerine koyabilmek için demir desteği ve D vitamini takviyesi önemlidir. Bunu genellikle gebelik vitaminlerine devam etme şeklinde öneriyoruz. Bir de az önce söylediğim gibi, sosyal desteğinin olması önemlidir lohusa kadının.

Bazen kalabalıklar içinde yalnız olur anne. Kayınvalidesi, annesi, eltileri ve bir sürü kişi yanına gelmiştir oysa. Ev kalabalıktır ama kimse kadına destek olmuyordur. “Biraz bebeği ben oyalayayım sen gir banyonu yap” demek gerekir. Böyle bir desteğin eksikliğini, en azından fark etmek, tıbbi açıdan da doğru bir yaklaşımdır. Sessiz çığlıkları duymalıyız.

Bu dönemde en sık karşılaştığımız şikayet, kanamadır.

Sezaryenle doğumda daha az olmakla beraber, ilk 1-2 hafta canlı kırmızı renkli, sonra pembemsi ve giderek açılan renkte kanamalar görülür. Bu kanama akıntı gibi olur ve toplam 4-6 hafta boyunca sürebilir. Yani genellikle kanama yoğun değilse bunun beklenen bir şey olduğunu lohusaya belirtiriz. Eğer kötü kokulu akıntı ve ateş eşlik ediyorsa müdahale etmemiz gerekir. En sık olan bir başka lohusalık dönemi şikayeti de meme ile ilgili olanlar. Bunun sebebi de emzirme ile ilgili doğru bilinen yanlışların çok fazla olması.

Çoğunlukla emzirmeyi kesmesini gerektirmeyen bir nedenle (üst solunum yolu enfeksiyonu, antibiyotik veya ertesi gün hapı gibi bir ilaç kullanımı ya da aşı olmak), emzirmeyi kesmiş kadınların, memesinde biriken sütün yol açtığı sorunlar oluyor. Bunların şifası da yine emzirme diyebiliriz. Bazen de ilaç kullanmamız gerekiyor. Veyahut lohusayı hastaneye yatırmamız gerekirse anne-bebek bir arada olacak şekilde yatırıyoruz. Bir refakatçi daha alırsak o da anneye bakmak için gelir, bebeğe kendi annesi bakar.

Lohusalık döneminde bir kadın için her şey zordur.

Bebeğin kısa uyku ve uyanıklık döngüsünde, ne zaman güneş doğduğunu, kaç günün geçtiğini bile anlayamayan bir kadın, düzenli olarak kendisine 3 öğün yemek hazırlayıp yiyemez. Bebeğin tam olarak beslenmesi için sağlıklı süt üretimini sağlamak amacıyla kadının değil 3, günde 4 öğün beslenmesi gerekir. Duş almak, tırnakları kesmek, kapıyı açmak, misafirlerle oturup sohbet zordur. Zordur yani lohusalık. En çok uykusuzluk zorluyor sanırım lohusa kadını. Süt üretimini de en çok artıran şey, uykudur. Yine bahsedeceğim ama bunun için iyi bir sosyal destek şart.

Anne-bebek ilişkisinde bir alışma dönemidir ilk aylar. Bu sürecin travmatik olmaması için çalışmak lazımdır.

Bu dönem, anne için hayal kırıklığı olabilir. Bu süreçte kadın, kendini sadece emme hizmeti sağlayan ve alt değiştiren bir makine gibi hissediyor olabilir. Çünkü yenidoğan, anne ile en ufak bir sosyal temas kurmuyordur. Sadece memeye bakıyor olabilir bir süre. Bir söz vardır, bence biraz cinsiyetçi ama yine de söyleyeceğim: “Kız bebeğe 40 gün bak, 40’ından sonra o sana kendini baktırır.” derler.

Yani bence kız veya erkek, her bebek 40’ından sonra sosyal ilişkisi çoğaldığı için daha zevkli bakılıyor. Ancak ilk haftalar, hakikaten kendisiyle hiçbir iletişim kurmayan yenidoğana bakım vermek anneyi zorluyor. Bir süre sonra bebek, memenin ucunun bağlandığı bir kadın olduğunu fark ediyor ve ona gülümsüyor. O ana kadar sabretmek lazım. O vakitten sonra ise gerçek bir anne bebek ilişkisi de gelişiyor zaten. O zamanlara kadar travmatize olmamaya çalışmak önemli.

”Ağlama, bebeğin hisseder ve emmez, sütün kesilir”, “Sırtını üşütme, sütün üşür!”, “Aynaya bakma, hemen yine gebe kalırsın!”, “Lohusa kapı açmaz, sen geç içeride bekle!”, “Kimse yokken kocanın ceketini üzerine al ört, al basmaz!” ve daha nicesini hiç duydunuz mu? Dolu hurafe var lohusalık dönemi ile ilgili.

Bunların çoğu, koruyucu hurafeler. Eskilerin kadim öğretileri. Çoğu cinsiyetçi. Belki iyi niyetli ve korumacı olsalar da nihayetinde kadını sosyal hayattan kısıtlayan mitler bunlar. Bunların annelerinizi üzmeyecek kadarına kulaklarınızı tıkayın diyorum. ”Annecim şimdi sizin zamanınız gibi değil bu işler”, diyerek biraz görmezden gelin. Yoksa olumsuz etkiler kişiyi tabii ki bunlar.

Emzirme acemiliği ve bunun yol açtığı meme başı hasarı, sanırım istisnasız her ilk anne olmuş kişide gözlediğim bir durum.

Bebek, meme başını damağına tam olarak oturtmaz ve sadece ucunu emerse meme başı yaralanıyor. Meme başının iyileşmesine yetecek zaman da bir sonraki emme süresi çok geç olmadığı için asla yok. Tıbbi kremler öneriyoruz ve çözülüyor genellikle ama birkaç gün oralar sızlıyor. Doğumun üzerinden bir iki hafta geçtikten sonra ise en çok “ya bir kahve içecek zamanım yok!” yakınması duyuyorum. Bebeğin bakımı, tek başına üstlenildiğinde çok yoğun bir iş. İnsanın partneriyle bunu paylaşabilmesi lazım.

Herkese bir pompa alıp, sütünü uygun zamanlarda sağıp saklamasını öneriyorum. Babası bir sağım sütü, cezvede cızlatıp bebeğe biberonla verebilir. Bu arada da kadın, gider bir arkadaşı ile iki sohbet eder mesela. Lohusalık dönemiyle ilgili beni çok etkileyen hasta hikayelerim oldu bu pandemi döneminde. Çok üzücü hikayeler. Anlatmayayım, bana kalsın.

Lohusa dönemindeki kadının çevresindekilerin, kadından beklediği enerjik, iyi ve mutlu olma durumu gerçekçi bir beklenti değil.

Aklı başında kimsenin böyle bir beklenti içine girmeyeceğini düşünüyorum. Lohusadan mutlu ve enerjik olmasını bekleyen de varsa derhal titreyip kendine gelsin. Yeni doğum yaptığı dönem, sanırım bir kadının hayatında en muhtaç olduğu dönemdir. Kadınlar çok güçlüdür ve her işi yardımsız yapabilir. Ama lohusalık dönemi gerçekten içten biçimde yardıma ihtiyaç duyulan bir zaman. En büyük yardımcı da partner olacaktır. Kadının annesi ya da kayınvalidesinden yardım beklemek haksızlık.

Kadının partneri, onun ihtiyacı olan her tür desteği sağlamaya muktedirdir. İçten yardımcı olan bir partner de kadından enerjik olmasını beklemez asla. Farkındadır çünkü durumun. Ayağı kırık birine ”kalk yürü” denmez, lohusaya da ”gül, eğlen” diyemeyiz. Ona sadece yardım edebiliriz. ”Hadi bebeğin gazını ben çıkarayım, sen uyuyabilirsen uyu”, demeliyiz.

Şimdi de klinik psikolog Kemale Günhan’ın cevaplarına bakalım…

Bu dönemde kadının yoğun olarak yaşadığı fiziksel, psikolojik ve toplumsal değişim, onun zayıf, şımarık, nazlı ve psikolojisinin bozuk olması ile ilgili değildir.

Bu dönemde depresyon ve duygusal dalgalanmalar artış gösterir. Ayrıca kadın, “anne” dediğimiz yeni bir sosyal rol edinme yolunda ikinci önemli adımını atmıştır. Böylece role uyum sağlama, beraberinde yeni bir yük ve sorumluluk getirecektir. Tüm bunların aynı dönemde gerçekleşmesi de hem bireyin hem de kişinin çevresinin, krize açık olmasını sağlar.

Dolayısıyla bireyin ve çevresinin kriz yönetimi becerisi, bu dönemde kendini test ettirecektir. Yani lohusa dönemi, hem kadının hem de yakın çevrenin (eş, diğer çocuk, aile gibi) birçok değişimi aynı anda yaşadığı bir dönemdir. Böyle olduğu için de uyum süreci gerektirir diyebiliriz.

Bedensel değişimler başlı başına, insanın güçsüz olduğu ve duygusal olarak da kendini savunmasız hissettiği dönemlerdir. Bu dönemdeki kadınların yaşadığı da tam olarak budur.

Bu sebeple de lohusa olan kadın, çevresinde tehdit oluşturabilecek hiçbir durum veya kişi istemez; aksine güvenli bir ortama ihtiyaç duyar. Kişi, hayati derecede stres yaratabilecek durum ve ortamlardan kaçınmalıdır.

Genel olarak çalışma alanım yetişkin kadınlar ve çiftler. Bu nedenle birçok lohusa kadın ile psikolojik sağlamlık sürecinde çalıştığımızı söyleyebilirim.

Çoğunlukla gelen şikayetler, Türk aile yapısının ortaya çıkardığı “işgal” sorunları oluyor. Yeni doğan bebeğin ve annenin alanı veya bedeni, kayınvalide, görümce, anne ve komşular tarafından işgal edilebiliyor. Yeni çağın anneleri, bebek bakımını nesilden nesile aktarılan bilgiler ve deneyimler yerine daha farklı yöntemlerle yapıyor. Mesela bunlar okuma, öğrenme ve bilimsel bilgileri takip etme gibi şeyler olabiliyor. Bunun yanı sıra büyüklerinden, ev işlerini ve diğer benzer yükleri üstlenme konusunda yardım isteyebiliyorlar.

Oysa geçmişte birtakım adetlere ve ritüellere alışmış olan büyükler, kendi bildikleri yöntemleri genç ebeveynlere dayatabiliyor. Daha da ötesi, lohusa savunmasızlığından yararlanarak genç çifti kontrol etmeye, yönetmeye çalışabiliyor. Bu çarpık yardımlaşma alışkanlıkları, lohusa kadının üzerinde ciddi stres kaynağı yaratıyor.

Ek olarak gebelik ve lohusa dönemindeki kadının hormonal değişimleri, daha önce var olan veya yatkınlığı olan psikolojik bozuklukları geri çağırabiliyor.

Hem stres ortamı hem hormon seviyelerindeki değişimler, duygu durum bozukluğu, kaygı bozukluğu, panik atak, takıntı- zorlantı bozuklukları ve diğer herhangi bir psikolojik bozukluğu tetikleyebilir. Böylece kadın, bireysel olarak psikoterapi desteği almak için başvurur.

Ülkemizde yapılan araştırmalar, evlilik uyumunun ve eş desteğinin, lohusa döneminde yaşanan depresyonu ve kaygıyı azalttığını ifade ediyor. Ek olarak kadının bu dönemde alacağı danışmanlıklar ve eğitimler de anneye iyi gelebilir. Ayrıca sağlık kuruluşlarının ılımlı yaklaşımları ve ilgileri de yaşanabilecek postpartum durumunu azaltır diyebiliriz. Bu dönemde annelerin bedensel ihtiyaçları ile birlikte duygusal ihtiyaçları da vardır. Fakat çoğu zaman bunları kendileri de yok sayarlar.

Özellikle annenin ilk bebeği ise bebeğin, bu derece hayatında yer kaplaması anneyi korkutabilir. Bu aşamada sosyal destek ağları devreye girer. Tecrübeli olan ablalar, yakın arkadaşlar, büyük ebeveynler lohusa anneye kendi deneyimlerini anlatarak onu yatıştırır.

Lohusa kadının çevresindeki kişilerin, kendi geçmiş tecrübeleri veya duydukları hakkında olumsuz olarak söyledikleri tüm bilgiler kadına zarar veriyor.

Çevremizin, sosyal ağlarımızın yararlı işlevleri vardır. Korktuğumuzda bizi yatıştırmaları, gerildiğimizde bizi sakinleştirmeleri gibi mesela. Hatta bazen bize olumlu sonuçları ve deneyimleri hatırlatmaları da buna dahildir. Böylece bizleri motive ederler. Tabii ki bu nedenle çevreden gerçekçi olması beklenen bilgiler edinmek, bilgiyi alan kişi için önemlidir.

Anne ile bebeğin ilk ayları önemlidir çünkü kişiliğimizin yapı taşı olan bağlanma şekli bu aylarda, temel tuğlalarını yerleştirir.

Bağlanmanın sağlıklı olması için de annenin sakinliği ve huzuru gereklidir. Bunun anlamı lohusa kadını mutlu etmeye çalışmak değildir. Annenin, sadece bebeği için değil, tüm hayatı için huzurunu korumayı bilmesi, bilmiyorsa öğrenmesi gereklidir. Ülkemizde ve dünyada tıp ve psikoloji bilimi bu gerçeği göz ardı etmemekte, lohusa döneminde anneye hem bakım hem bilgi ve hem de yönlendirme vermektedir.

Böylece kadınlar, kendilerinin ve bebeklerinin sağlıklarını (fiziksel ve psikolojik) koruyup geliştirmek için farklı kurumlara başvurabilir. Mesela anneler, aile hekimlerine, kontrol ve aşı için gittikleri doktorlara, aile danışma merkezlerine gidebilir. Buralar, onlara gerekli yönlendirmeleri sağlayabilir.

Gördüğünüz gibi iki uzmanımız da bu dönemde kadınların sosyal çevrelerine düşen rolün önemine değiniyor. Lohusa kadınlara yapıcı olmayan söylemlerde bulunmak onların zaten zor geçirdikleri bir süreci daha da karmaşık hale getirebiliyor. Ki çevrenin eleştirileri, karışmaları ve yanlış yönlendirmeleri sadece kişilerin psikolojilerine kötü etki etmiyor. Fiziksel bedenlerinin de bitap düşmesine yol açabiliyor.

Bu tip davranışlara maruz kalan annelerin, yeni doğmuş bebeklerine iyi gelmelerini beklemek de oldukça tutarsız. Özellikle uzmanların da bahsettiği gibi partnere bu süreçte büyük rol düşüyor. Bir kadın çocuğu karnında 9 ay taşıyıp onu dünyaya getiren kişi olsa da çocuğun tek bakım vereni değildir.

Babanın da en az anne kadar bebeğin bakımında rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu nedenle babaların konuyla ilgili kitaplar okuyup uzmana danışarak ilerlemeleri, süreci kadınlar için daha da kolaylaştırır.

Ki sadece bununla da bitmiyor. Lohusa kadınının en çok ihtiyaç duyduğu yine başka bir kadının desteği oluyor. Ancak bu destek, daha önce kendisi gibi bir süreçten geçmiş kişinin, olumlu tecrübelerinden faydalanma yönünde bir ihtiyaç olarak anlaşılmalı. Uzmanların da üstüne basa basa söylediği gibi, bu dönemde annenin iyiliği isteniyorsa ona doğru şekilde kucak açacak anne, kayınvalide, elti, komşu, arkadaş vb. sıfattaki kadınların daha bilinçli davranması gerekiyor.

Kadın hastalıkları uzmanı Müjdegül Karaca’ya Twitter ve Instagram adresinden ulaşabilirsiniz.

Klinik psikolog Kemale Günhan’a Instagram üzerinden ulaşabilirsiniz.

  • Görsel Kaynakları: Healthline, Healthline 2, Self, Healthline 3, Self 2, Verywell Family, ABC, Elle, Cears-Sinai, The Atlantic, STAT News, Cedars-Sinai 2, Slate, The Swaddle, Healthline 4, Sleepopolis, UVA Today – The University of Virginia, Metro, Greatist
İLGİLİ HABER

İLGİLİ HABER