Tarihi Eserler Neden Hep Toprağın Altında Gömülü Bir Şekilde Bulunuyor?

Tarihi Eserler Neden Hep Toprağın Altında Gömülü Bir Şekilde Bulunuyor?

Arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan eserlerin, antik kentlerin neden yerin metrelerce altında gömülü olduğunu sebepleriyle anlattık.

Arkeoloji deyince “kazı” sözcüğü hep onunla birlikte anılır. Tarihi yapıların ve kültür miraslarının birçoğu, özenle yapılan arkeolojik kazılar sayesinde gün ışığına çıkarılıyor. Aralarında devasa olanların da bulunduğu bu kalıntılar nasıl oluyor da yerin metrelerce altında kalabiliyor?

Gezdiğimiz antik kentlerin, modern şehirlerin göbeğinde bulunan kocaman mimari yapıların arkeolojik kazılarla toprağın metrelerce altından nasıl çıkarıldığı sorusu; çocukken ören yerlerine yapılan okul gezilerinde hepimizin merak ettiği bir soruydu. Ya da ziyaret ettiğimiz bir müzede gördüğümüz, bir zamanlar sahibi için çok değerli bir vazoyu kimin nasıl ve neden gömdüğü…

Aslında çoğu tarihi eser özellikle toprağa gömülmedi.

Bu kısmı bir örnekle açıklayalım: Yakın dönemde büyük yankı uyandıran “Hipodrom Projesi”ni duymuş olabilirsiniz. Bölgede yer alan ve günümüze kadar ulaşan bazı tarihi kalıntılar bulunuyor. Bunlardan biri, meşhur Dikili Taş. Dikili Taş’ın tabanı ve bizim ayak bastığımız zemin arasında birkaç metre var. Açık alanda bulunan bir kalıntı olduğu için, güvenlik amacıyla etrafı kontrol altına alınmış durumda.

Ama kimse onun zeminini orada bilinçli olarak bırakmadı. Tarihin kendisi de tarihi yapılar da katmanlar halinde bulunuyor çünkü her dönemde yaşayan farklı insan toplulukları, eski kültürden kalanların üzerine bir yenisini ekledi.

Güç savaşları, toprak kavgaları ve üst üste yapılaşmalar bunların başlıca sebeplerinden.

İnsanlar, savaşlarla kontrolünü ele geçirdiği bölgeleri bazen yakıp yıkarak, yağmalayarak hoyratça kullanıyorlardı. Tarih boyunca pek çok kültür, aynı lokasyonlarda farklı yeni medeniyetler kurdu. Kimisi kendinden öncekini tamamen yok etme derdindeydi, kimisi de ellerinde var olanı değiştirip yenileyerek bunu kontrollü bir şekilde yapmayı tercih etti.

Örnek verelim; tahrip olan ya da yıkılan bir yapının kalıntılarını taşımak o dönemin şartlarında zor olacağı ve zaman alacağı için yeni yapılar birbirinin üzerine inşa ediliyordu.

Zaman içinde, terk edilen şehirleri doğa ele geçirdi.

İnsanların bir sebepten terk ettikleri yaşam alanlarında, bitkiler çok kolay ve hızlı yetişti ve bulundukları bölgede sayıları çoğaldı. Ağaçlardan ya da bitkilerden kopup çürüyen yapraklar yığınlar halinde toprağın üzerinde yeni bir katman daha oluşturdu.

Yeni bitkilerin kökleri de bulunduğu bölgedeki her şeyi sarıp sarmaladı. Elbette bu durum çok uzun zaman içinde gerçekleşti. Böylece çoğu tarihi mekan, yapı ve eşyalar da yeni oluşan zemin katmanının içinde kaldı.

Rüzgar pek çok maddeyi oradan oraya taşıyıp yığınlar oluşturdu.

Rüzgar aslında gözle görülemeyecek maddeleri bile bulunduğu coğrafyadan çok uzaklara taşıyor. Özellikle yüzeyde bulunan ve sağlam yapı malzemelerinin henüz keşfedilmediği dönemlere ait mimari yapıların bir kısmının, rüzgarın aşındırmasıyla tahrip olduğunu biliyoruz.

Bunun sonucunda, insan ömrü için oldukça uzun süreler sonra; bir bölgeden gelen tozun, toprağın, yaprakların, insanlara ait çöplerin başka bir coğrafyada birikmesi sonucunda başka şehirlerin üzerinde yığınlar oluşuyor.

Doğal afetler sonucunda pek çok antik yapı ve yerleşim yeri tarihin derinliklerine gömüldü.

Yanardağ patlamaları, büyük depremler ve yangınlar, nehirlerin belli zamanlarda taşması, şiddetli yağışlar ve kum fırtınaları gibi pek çok doğa olayının gerçekleşmesi sonucunda bazı kültürler yok oldu. Bu tarz olayların en büyük örneği, Pompei’deki yanardağ patlaması. Buna ek olarak dayanıksız malzemelerden oluşan yerleşim mekanlarının yıkılması ve çeşitli doğa olaylarının sonucunda bölgede yeni katmanlar oluşuyordu.

Bazıları hayatta kaldı ve yeni yerler keşfetti. Bazıları da bulundukları yerlerde yıkılan ve tahrip olan yapıların üzerine yenilerini inşa etti. Böylece diğer sebeplerle birleşip zaman içinde üst üste yapılaşmalar arttı. Yalnızca; doğadan, doğal afetlerden ve insanlardan en az şekilde zarar görmüş tarihi eserler günümüze ulaşıyor. En az zarar görmüş olanları da genellikle toprağın altında gömülü olanlar ya da sağlam bir malzemeden yapılmış tarihi kalıntılar.

  • Kaynaklar: The Straight Dope, Science Focus
İLGİLİ HABER

İLGİLİ HABER